Halka İnanç Devrime İnançtır





Bir çok kişi sınıflardan bahsedip Marksizm'i sadece sınıfa indirgeyip zamandan, mekandan, koşullardan bağımsız bir biçimde sekterce konuşmaya başlayınca kendisini devrimin şövalyesi olarak görmekten kaçınmıyor. Bu aynı zamanda sınıftan, örgütten, halktan kopuk ve örtük bir bireyciliği, öznelciliği de içinde barındırıyor. Bu gibi kişiler tek bir ağacı görüyor ama ormanı göremiyorlar.Herkese birden ders verirken kendi perspektiflerinin darlığının farkına varamıyorlar. Bir çok kişi marksizmin sınıflardan başlayıp proletarya diktatörlüğüne doğru genişlerken hangi alanlara nüfuz edip, hangi alanlarda kendisinden olmayan kavramları kendisine çevireceğini idrak edemiyor ve merkezinde proletarya öncüsünün olduğu hareketin tüm sınıflara ve tabakalara, ideolojik kamplara olası ve güncel etkisini tam tezahür edemiyor. Elbette burada şuurlu bir biçimde sınıflardan bahsedip onun politikasından bahseden, savunan, ortaya iradesini koyan, kendisini bu mücadeleye adamış, ne yaptığını bilen, etrafındaki insanlara ışık saçan, bu yönde azim kazandıran, bu gerçeklikten hiç uzaklaşmayan marksistleri koymuyoruz. Zaten böyle arkadaşlar, yoldaşlar üstlerine düşen tüm tarihsel görevin bilincindeler ve halka inandıkları için her saatlerini devrime adamış durumdalar. Bu yazının yazılış amacı daha en baştan halk kavramına küs olan ve halkın değerleri dendiği zaman o'nu küçümseyen, hor gören, halkına inanmayan, onu sevmeyen ve Marksizmi eklektik, suni ve halktan kopuk bir öğretiymiş gibi küçük burjuva ayrıcılığına indirmeye çalışan anlayışla mücadeledir. Her yerde olduğu gibi sınıf mücadelesi burada da geçerlidir ve iki farklı kavrayış esasında iki ayrı sınıfın perspektifini bizlere yansıtır, yansımadan ise görülecek pek çok şey mevcuttur.


"Halk soyut bir kavram değildir" diyor Mahir ve devam ediyor; "Halk, ülkenin içinde bulunduğu devrim aşamasında çıkarları devrimde olan sınıf ve tabakalardır." Oldukça kısa ama teorinin pratiğe ulaştığı noktada içine yüzlerce, binlerce deneyimi sığdırabilecek kadar yoğun ve sahadaki devrimci için oldukça ufuk açıcı bir tanım bu. Faaliyetlerinin ve sözlerinin tümü halk için olan devrimci bu tanımı aklında mıh gibi tutmak zorunda. Çünkü halk aynı zamanda devrimcinin varlığını sürdürmesi için en gerekli ihtiyacı, habitatıdır. Halk, devrimciyi bağrından, kendi diyalektik sürecinden çıkartır. Devrimci, halkı ileriye yine halkın kendisini yarattığı ilerilikle taşır. Çok açıktır ki devrimciyi halk doğurur, besler, eğer devrimcinin kendi evladı olduğunu  fark ederse korur, baştacı eder. Devrimci, halkı eğitmek zorundadır ama aynı zamanda ondan öğrenmek, onun değer verdiklerini önemsemek, değer verdiği her şeydeki ileriliklerle onu kendi mücadelesine katma noktasına getirmek zorundadır. Devrimi yalnız başına devrimci değil, onunla birlikte örgütlendirilmiş halk yapar. 

"Halk, her tarihi dönemde devrimden menfaati olan, devrim safında yer alan sınıf ve tabakaları ifade eder." diyerek İbrahim, Mahir'i doğruluyor ve ona bir katkı daha sunarak  devam ediyor  "Halk, belirli bir tarihi dönemde ortaya çıkan ve sonra yokolan bir topluluk olmayıp, her tarihi dönemde mevcut olan bir topluluktur." Demek ki bu noktada halk ile egemenler arasında sürekli bir çelişki olduğu, sınıf mücadelesinin proletarya öncesi devirlere de dayandığı anlaşılıyor. İbrahim'in tanımı bizi tarihsel maddeciliğin içine çekiyor ve köleci toplumdan, modern kapitalist topluma uzanan süreç içinde halkın her zaman var olduğunu öğreniyoruz. Buradan varacağımız en doğal sonuç sınıf mücadelesinin kesintisizliği ve Marksizm öncesi devirden bugünlere sürdüğü oluyor. Zaten, sınıfların keşfini yapan kendi sözleriyle Karl Marx değildir. Marx'tan önceki devirlerde burjuvazinin kendisi sınıfları keşfetmiş, sınıfların varlığından ayrı bir şey olmayan sınıflar mücadelesini kabul etmiştir. Biz bunu Lenin'den öğreniyoruz.


Lenin, Devlet ve Devrim'de şunları söylüyor.
" Marx’ın teorisinde ana meselenin sınıflar mücadelesi olduğu, sıklıkla dile dökülen ve kaleme alınan bir husustur. Bu yanlış anlayış, çoğunlukla Marksizmi oportünizmle çarpıtır ve onu burjuvazinin kabul edeceği bir ruhla donatarak tahrif eder. Çünkü sınıflar mücadelesi teorisini yaratan Marx değil, Marx’tan da önce burjuvazinin kendisidir, genel bir ifadeyle sınıflar mücadelesi, burjuvazinin kabul ettiği bir şeydir. Sadece sınıflar mücadelesini kabul edenler, henüz Marksist değildirler; hâlen daha burjuvazinin ve burjuva politikasının tayin ettiği sınırlara tabidirler. Marksizmi sınıflar mücadelesi teorisi ile sınırlandırmak demek, Marksizmi budamak, tahrif etmek ve onu burjuvazinin kabul edeceği bir şeye indirgemek demektir. Sadece Marksizmi sınıflar mücadelesini kabulden proletarya diktatörlüğünü kabule doğru genişleten kişi, Marksisttir."



"Halk" denince bir çok insanın aklına şüphesiz burjuva siyasetçilerin kendi sınıflarının ölçüsü olarak kullandığı bir kavram geliyor. Ya da televizyonlarda burjuvazinin zihinlere oynadığı yarışmalarda maskotlaştırılan tiplemeler, haber programlarında mikrofonun yöneltildiği henüz eğitilmemiş bir bilince sahip, tüm hayatı zorluklarla geçtiği için ideolojilerle haşır neşir olamayan, egemen düşüncenin tesiri altındaki emekçiler geliyor. Solcu denen kişiler Marx ve Engels'in "Egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda, egemen düşüncelerdir" sözlerini iyi bilip ezberliyorlarsa da bu egemen düşüncenin yarattığı cehaletin, geriliğin nasıl aşılacağı konusunda tıkanıyor ve yakın tarihte bir seçenek olarak sundukları, tüm partileriyle içinde örgütlendikleri burjuva demokrasisinin bir parçası olarak egemen düşüncenin hangi yüzü ve temsilcisi olduklarının tam bir biçimde aynaya bakıp göremiyorlar. Kendileri bu halleriyle egemen düşüncenin yeniden üreticisi oldukları ve halkın üzerinde egemen düşünceleri tatbik ettikleri halde, o düşüncenin tek bir düşünce olduğunu ve iktidar partisiyle vücut bulduğunu düşünerek aslında diyalektiğe karşılık kaba bir materyalizmi koyarak oportünizmin batağına düştüklerinin farkına varamıyorlar. Esasen küçük burjuva anlayışla düzen içinde yer aldıkları için halkı örgütledikleri düzenin seçim sandıklarına ve onun köhne sonuçlarına göre yargılıyorlar. Ve yine iktidarda bütünleşen "tek adam" bireyi üzerinden milyonlarca emekçiyi kamplaştıran burjuva siyasetin parçası olarak halk'a inançsızlık koşulunu kendileri yaratıyorlar.

Bu tip bir sol kendisi neye göre ve kimin soluysa onun dilinden konuşuyor ve kaba materyalizmini halkına maal ederek onu küçümseyenlerin değirmenine su taşıyor. Bir noktada sosyal demokrasiyi eleştirse bile bu sol zaten Bernsteincılığın Marx-Lenin söylevlerinin arkasına sığınmasından, onun devrime inançsızlığının bilinçsiz bir yansımasından başka bir şey değil. Sonuçta Bernstein devrime, bizdekiler ise halka inanmıyor. İkisi birbirinden kopuk değil.

Sonuçta Lenin halk ve devrim konusunda şu sözleri söylüyor; "Ancak, halka inanan, halkın yaratıcı dehasının canlı pınarına dalan galip gelebilir" 

Halkın içinde, halkın öğretmeni ve öğrencisi olmayı bilmeyen onun değerlerini, tarihini, düşüncesini seçim sandığında kurgulanmış bir burjuva demokrasinin ölçüsüne göre değerlendiriyor. Oysa Marksizm, ne bir sandığın içine ne de bir dört duvarın arasına sığar, o tüm hayatın, hareketin, kavganın, mücadelenin, düşüncenin içinde vardır ve devrimci onun cevherini özden çıkartabildiği zaman devrim için halkına bir şeyler sunabilecektir. Bu noktada halk, burjuvazinin ve onun takdim ettiği ölçüde "yurttaş" değildir, o işlenmeyi bekleyen bir cevher, en kıymetli hazine ve hatta devrimcinin yuvasıdır. Yuva ise içinde yaşamak içindir.

Tarihin başından beri varolan halk bir tarihe de sahip. O tarih içinde kendi mücadelesi ve o mücadelenin ürünü olan "değerler" de var ki bu sosyalist devrimcinin doğduğu koşulun besleyicisi de aynı zamanda. Hiçbir şeyin öncesiz olmadığı, her şeyin önceye dayanan  bir varoluş koşulu olduğu bir dünyada devrimci özne gökten inen, saf, katıksızca her şeyden yeni olabilme koşuluna sahip değil. Böyle bir bekleyiş ve özlem boşunadır. Devrimci, halktan doğar, sancıyla, kanla, acıyla... Yavaş yavaş biriken, büyüyen ve artık kabına sığmayan ama mutlaka kendi anası olan halkın çelişkilerinden doğan bir evlattır o.

Halk, doğrusuyla, yanlışıyla devrimcinin ailesidir. Çünkü halk aynı zamanda okuma yazma bilmeyen ninelerdir, okuma yazma bilmese de politik görüşe sahip olmayan analardır, babalardır. Tüm çelişkilerin ortasındaki milyonlarca bilinçli ya da bilinçsiz emekçilerdir. Devrimci ne zaman başarılıdır? Okuma yazma bilmeyen bir nineye kendisi için dua ettirecek sevgiyi kazandığı zaman, politik görüşe sahip olmayana kendi görüşünü kazandırdığı, sempati duydurduğu zaman ve önemlisi düşmanını bile kendine benzemek zorunda bırakacak gücün kaynağında yatan cevheri işlediği zaman, bir örgütlü güç olarak temas ettiği halkın değerlerinden ilerilikler yaratmayı, onları devrime örgütlemeyi öğrendiği zaman. Kendi tarihini, kendisinin yazması gerektiğini anladığı zaman.... İşte o zaman "halk" seçim sandıklarıyla, televizyon maskotlarıyla, anahaberlerin incelikle işledikleri halk düşmanı ideolojiliyle değil, devrimcinin perspektifiyle yorumlanacak ve yeniden devrimci dinamizm içinde yerini örgütüne dayanarak iktidarı almanın koşulu olduğunu gösterecektir. Bu koşul hiçbir zaman kendiliğinden olmayacak, halk sihirli bir çubukla dokunulduğu an devrime örgütlenmeyecektir. Bunu halkın iradesi olarak öne çıkma kudretini kendisi dişiyle, tırnağıyla, kanıyla yaratan öncü yani devrimci halkın içinde olarak başaracaktır.

Devrimcinin halkın inancıyla, milliyetiyle o'nu o yapan koşullarla doğrudan bir sorunu yoktur. Devrimcinin geri olanla sorunu vardır ve devrimci değişime inandığı ölçüde diyalektikten yararlanabilir. Devrimin teorisi son kertede halkın somut durumuyla ilgilenmek zorundadır ve bunun derlenip, düzenlenmesi, süreç içinde gerinin ileri hale getirilmesi devrimcinin halka karşı sorumlu olduğu görevlerden biridir.Bu tepeden inmecilikle başarılamaz. Devrimci milliyetin milliyetçilik olmadığını, dinin dincilik olmadığını, geleneğin her zaman kötü olmadığını anlamak bu ve buna benzer tüm değerleri gerektiği yerde halkı ilerletmek, kurtarmak, onun iktidarı almasını sağlamak için perçinleyici bir rol oynayacağını unutmamalı, halkın öz değerlerinin zenginliğini keşfetmelidir. Halkın kolektif ruhunu besleyen, onu bütünleştiren, onu birbirine kenetleyen, burjuvaziye karşı örgütlenmede, onunla yürütülen mücadelede önderlik sorununu aştıracak her şeye açık bir biçimde devrimci, kendi kimliğini unutmadan devrimin genişleme yönüne doğru nüfuz etmekten, onu kullanmaktan geri kalmamalıdır.

Mao, ''Kitlelerin öğretmeni olmadan önce, onların öğrencisi olun''diyor.Ama bizdeki burjuva devrimciliğinden miras kalan tepeden inmecilik bu koşulun olgunlaşmasına bir türlü izin vermiyor. Burjuva siyasete adapte olmuş sol, öğrenciliği kendine yakıştıramıyor ve burjuvazinin izin verdiği alanda, kendi sekterliğinin içinde, zararsızca öz iradesi sandığı tecritinin konforunu sürüyor.


Hindistanlı komünist Manabendra Roy, Lenin için “o kendisinin olmayan şeylerden koca bir bina kurdu” diyor. [1] Leninizmin ölçüsü kendine güven duymaktan, iddialı olmaktan geçer. Kendi gücünün ve yetkinliğinin farkında olan için hiçbir değer korkutucu değil, tam aksine devrim için oldukça kullanışlı, burjuvazi için ise kısırlık yaratıcıdır. Halka inanan, güvenen, onun içinde var olan sonsuz bir güce sahiptir. Ondan kopan ise tecrit olmaya ya da burjuvazi tarafından edilgenleştirilmeye, yumuşatılmaya mahkumdur. Marksizm Leninizm'in iddiası bu yönde değildir. O'nun şiarıyla tarihe geçen ve yolumuzu aydınlatan tüm önderlerimiz halka inancın, onunla dostluğun, bir bütün olmanın ve onunla birlikte ilerlemenin sembolleridir ve bizi yaratan koşulun öncüleridirler. Onlar pratikleri ile halkın gücünü bizlere göstermiş ve halka inançsızlığı bilimsel metodla yani pratiğin kendisiyle yıkıp geçmişlerdir.




                                                                                                                          -Emre Kabartaş
                                                                                                                               10.04.2020

Kaynakça: [1] İştiraki - Kitle, Kadro, Devrim / Eren Balkır



Yorumlar