Toprak: İkta, Tımar ve Mülkiyet -I

Neolitik çiftçileri gösteren duvar resmi (Tassili de Maghidet, Libya) F: Roberto Esposti/Alamy

Tarihi çağlara ayırma meselesi uzun yıllardır tartışılmaktadır. Şüphesiz bu metot Batı’lı tarihçiler tarafından tarih anlatımını kolaylaştırması ve çalışmalarda uzmanlık sahalarının keskin çizgilerle ayrılmasını sağlaması için teorize edilmişti. Tarihin çağlara ayrılmasında, değişen üretim tipi ve beraberinde üretim ilişkileri, büyük göçler, keşifler ayraç işlevi görmüştür. Yani tarih, soyut bir kavramdan ziyade meta olarak düşünülmüş, ayrılmış,biçilmiş ve yazılı kaynaklar baz alınarak anlatılmıştır. İşte bu ayraçlardan biri hatta en önemlisi toprağın keşfidir: Tarım

İnsanlık ilkel komünal toplum yapısından büyük tarım devrimiyle çıkmış ve özel mülkiyet ile tanışmıştır. Tabi asıl önemlisi bir daha terketmemek üzere yerleşik yaşama geçmiştir. Böylece avcı-toplayıcı olarak geçirdiği asırların aksine doğa karşısında tamamen edilgen olmaktan çıkmış ve etken olmaya başlamıştır.  İşte sınıfların ortaya çıkışı da bu dönemde olmuştur. Toplum artı değer üretmeye başlamış, bu artılar bir grubun elinde toplanmış ve böylece ayrıcalıklı bir zümre ortaya çıkmıştır. Tüm bunlar üzerinde bulunduğumuz coğrafyada yaşanmıştır.   Modern insanlığın temeli Anadolu’dadır.

Tarım devriminden günümüze toprağın kim ya da kimler tarafından nasıl ve hangi statü ile işleneceği devamlı tartışılmaktadır. Avrupa tarihinin önemli bir bölümünü oluşturan kaleler ve derebeyleri Batı’da toprak üzerinde söz sahibi iken Doğu’da bu sahiplik genelde hükümdarlara aitti. Modern dünyanın iki kutbunda da köylü topraksızdı. Bu yazıdaki konumuz bizim toprağımızın öyküsü. Önce ilk düzenli yerleşik hayata geçişi ve yerleşik kanunları ile ilgimizi çeken Uygurlar’ın toprak sistemine ve hukukuna göz gezdirdikten sonra sırasıyla İslâmlaşan ve İslâmiyet’in etkisiyle yönetilen Türk devletlerine bakıp şimdilerde üzerinde yaşadığımız Anadolu’nun bugünkü siyasi yapısını temellendiren Selçuklular’da, Moğol etkisindeki Anadolu’nun batısında sessiz sedasız devletleşen Osmanoğulları’nda ve nihayetinde Türkiye Cumhuriyeti’nde toprak meselelerini inceleyeceğiz.



Uygurlar’da Toprak Mülkiyeti: Ülüşlüg,Anuqqa ve İnçü

Türkler arasında hatta iç asya toplumları arasında ilk yerleşik sisteme geçmesiyle bilinen Uygurlar, İslâm etkisine girmeden önce bu süreci yaşamaları dolayısıyla ilgi çekicidir. İncelendiğinde oturmuş bir mülkiyet hukuku bulunmakta ve topraktan üretilen artı değer ortaya çıkmaktadır. Yerleşik yaşama tutunduran dinleri, tapınakları ve yaşam felsefeleri onları avcılıktan, toplayıcılıktan uzaklaştırmış ve verimliliği sınırlı olan topraklarda tarım yapmaya mecbur bırakmıştır. Çin’in Talas Savaşı sonrasında İç Asya’dan çekilmesi ile tarım havzalarının Uygurlar’ın eline geçmesi gibi dış kaynaklı olaylar da bu mecburiyeti pekiştirmiştir.

Toprağın bu denli önem teşkil ettiği Uygur yaşamında siyasi erk, toprağı tamamıyla devletin mülkü olarak görmemiş ve toprağın mülkiyetini dağıtmıştır. Tarlalar parsellenmiş ve sahipleri arasında üleştirilmiştir. Bu durumda toprağın tek sahibi olabileceği gibi birden fazla sahibi de olabilir. Bu tip toprağa “ülüşlüg” adı verilmiştir. Günümüzdeki hisseli toprakların statüsü ile benzerdir. Fakat günümüzdekinden en büyük farkı, bu tip hisseli toprakların satışında tek kişinin söz hakkına sahip olmasıdır. Yani diğer ortaklar, toprağı satmaya ya da işlenmesi için kiraya vermeye karar vermiş kişiye itiraz etme hakkına sahip değildi. Uygurlar’da bu tip toprakların, genelde miras ile elde edilmiş mülkler olduğunu söyleyebiliriz.

Toprağın diğer bir kullanım şekli de kiralama yöntemidir. Bu yöntem aslında sonraki yüzyıllara şeklini verecek toplumsal bir  değişimin öncüsüdür. Bilhassa İslam toplumlari için…
Kiralama yönteminin ismi günümüze ulaşan sınırlı Uygur kayıtlarında anuqqa olarak transkribe edilir. Anuqqa ismi hasılat kirası sözleşmelerinde geçer ve toprağı sahibinden işlemek üzere anuqqa tutan kiracının, hasat döneminin sonunda hasılatının yarısını mülk sahibine vermesiyle anuqqa sözleşmesi amacına ulaşır. Kiralanan bu toprakların vergileri mülk sahibine aittir. Mülk sahibi mülkiyeti üzerinde tam irade gösterebildiği için kendisine bu hakkı tanıyan devlete vergisini öder. Kiralayan kişi için de yine vergilendirme söz konusudur. Kiracı hasat miktarı üzerinden vergi öder. Yani kiracı hem hasadının -en fazlası %50 olmak koşuluyla bir bölümünü mülk sahibine verir ya da karşılığı olan parayı taksim eder hem de ürettiği kadar hasat oranında belli bir vergiye tâbidir. Bu iki konumun dışında kalan kesim -yani ne mülk sahibi olan ne de anuqqa tutabilen kişilerin ne yaptığını bilemiyoruz. Fakat erken dönem cumhuriyet tarihimizde ve hatta şimdilerde bu kesim ne yapıyor nasıl yaşıyorsa o dönemde bahsedilen durumda olanların da farklı bir konumda olduklarını sanmıyoruz.

Uygurlar’da diğer mülkiyet tipi de İnçü olarak anılan topraklardır. Bu toprakların mülkiyeti devlete aittir. Tabi burada devlet diye kastedilen hanedandır.

(Oturmuş kurumların ve ilişkilerin olduğundan emin olamadığımız Uygur toplumunda, bugün “karmaşık ilişkiler yumağını” temsil eden ve gücünü altyapısal iktidar modelinde gösteren bir devlet kastetmemiz pek mümkün değildir.) Bu toprakların pek çoğu tımar edilerek belli kesime hânedan tarafından anuqqa edilmiştir. İnçü bir Moğol teşekkülü olan İlhanlılar tarafından da arazi rejimlerine geçirilmiş ve Anadolu’da da kullanılan bir mülkiyet terimi olmuştur.

İnçü İslam toplumlarındaki ikta sistemi ile hemen hemen aynı özellikleri taşımaktadır. İkta sistemini Selçuklular bölümünde daha iyi irdeleyeceğiz. Çünkü ikta, Osmanlı’nın uzun yıllar yönetim modelinin altyapısını ve toplumsal sınıflarını dizayn eden Tımar  sisteminin temeli ve daha ilkel hâlidir. Bu noktada İnçü de ikta ve tımar ile birlikte has arazilerinin bölüşümü meselesiyle alâkalıdır.
Sonuç olarak; özellikle toprak satım belgelerinde tarlanın yeni sahibinin araziye sahip olma hakkının zamanla kısıtlanmaması ve kişiyi gözeterek gelişmiş bir miras hukuku olması, Uygurlar’da taşınmaz mülkiyet hakkının tam olarak ortaya çıktığını gösterir. Bu da diğer Türk teşekkülleriyle karşılaştırıldığında Uygurlar’ın çok daha erken bir feodalite dönemi yaşadığını gösterir. Din adamları sınıfı, yönetici sınıfı, toprak sahipleri ve işçi-köylüler ortaya çıkmış, kendisinden sonra yakın coğrafyalarda kurulan Moğol ya da İslam etkisindeki devletlerden özel mülkiyete -özellikle tarla mülkiyetine verdiği imtiyazla ayrılmıştır. Çin’in çekildiği tarım havzaları ve içerisinden geçen ticaret yolları ile ürünlerin hinterlandı genişlemiş ve tüccar sınıfı da daha ilkel haliyle ortaya çıkmıştır.


                                                                                                                  -Ali Ekber Turan
                                                                                                                    17.04.2020


                                                                                                                 KAYNAK: Gastromani
                                                                                                                      

Kaynaklar: Uzunçarşılı,İsmail H. Osmanlı Devleti Teşkilâtına Medhal
Özyetgin,A.Melek. İslam Öncesi Uygurlar’da Toprak Hukuku
Ortaylı,İlber. Osmanlı Toprak Düzeninin Kaynakları

Yorumlar