Hegemonyal Tarihçilik : Egemen Tarihçi Tipi


Tarihçi dendiğinde toplumda bu mesleğe büyük bir saygı uyanıyor. Tarihçilerin bir çok şeyi bildiği söyleniyor. Elbette bu meslekte uzmanlaşmak için bir çok şeyi bilmek gerekiyor ve tarihçiler de uzmanlık alanlarında bir çok şeyi biliyorlar. Bu yazı, amacı itibari ile tarihçilik mesleğini yapan insanların neyi bilip bilmediklerini sorgulamak üzerine yazılmıyor. Bu yazı tarihçilik mesleğinin sermaye, devlet, burjuvazi için ne kadar önemli olduğunu teşhir etmek için yazılıyor.

Eline ünlü yerel bir tarihçinin kitabını alan hemen herkes görür ki egemen sınıfların temsiliyetinde kurulmuş Selçuklu, Osmanlı gibi modern burjuva cumhuriyetinin öncülü olan devletler hiç hata yapmaz, yaptıkları ne varsa doğrudur, yücedir, eski dönemler adeta masallar kadar kusursuzdur fikrinin bilgiyle nakşedilmesi göze batar. Böyle bir tarihçilik anlayışında sınıflar ve onların mücadeleleri bulunmaz. Osmanlı ve Selçukladaki halk hareketleri dümdüz bir eşkiyalığa, nizamsızlığa, ruhsuzluğa büründürülür. Egemen sınıf tarihçiliği, kendini yaratan, besleyen, kurgulayan süreç gereği bunu böyle takdim etmekten bir an kaçınmaz. Peki ama neden böyledir? Tarihçiler özellikle mi sınıfları yok saymaktadır? Özellikle mi halk hareketlerinin tarihini görmezden gelmektedir, küçültmektedir ya da bir sınıfsal bilinçle mi eski dönem egemenlerinin kusursuzluğuna yönelik yazımda bulunurlar? Bu sorunun kesin bir cevap olmamakla birlikte kişiden kişiye göre değişmekte ama son kertede ister bilinçli olsun isterse de bilinçsiz devletin ideolojik aygıtı olarak Eğitim Kurumları kapitalist üretim ilişkilerine uyumlu, onu yeniden üretecek bireyi bir sınıfsal bilinç, baskı ve disiplin mekanizmasıyla yeniden üretir.
Şurası açıktır ki bir insan, bir sosyal bilimcinin bizimki gibi ülkelerde bu farkındalıkla tarih yazmaya kalkması başına büyük işler açmasına neden olacaktır. Örneğin devlet düşünüldüğünde tek bir KHK ile mesleğinden men edilmesi için harekete geçilebilecek, fişleneceği koşulu sırf mesleğini farklı bir perspektiften yaptığı için oluşturabilecektir. Yine bizimki gibi ülkelerde aydınlara yönelik suikast girişimleri, tehditler bolca gözlemlenmektedir. Adeta devletin resmi ideolojisinin dışında tarih yazmaya kalkacak birisi eğer bir de liberal değilse, ilkelerinden taviz vermezse, vermeyi şahsiyetine yediremezse ve gerçeklerinde ısrarcı olursa belalar hayatını bu topraklarda zehir edecektir. Bugün bu ve benzerleri 2020 Türkiyesinde yaşanmaktadır. Bir de maddi gerçekler vardır ki bugün ünlü bütün Türk tarihçiler zengin ailelerden gelmektedir. Kimileri Fransız Liselerinde okumuş, kimleri Avusturyada yetişmiş, ecnebilerin ileri eğitimini almıştır. Tarih, bu yönüyle bir burjuva bilimidir. Tanınmış, ün salmış bir tarihçi olabilmek için yüklü bir miktarda paraya, atadan zengin olmaya, değişik lisanları konuşabilecek nitelikte olmaya yani özel liselere ya da yurt dışına gidebilmeye, araştırma için sermaye ayırabilmeye ihtiyaç vardır. Bu yüzden tanınmış tarihçiler sınıflar mücadelesi gerçekliğini bilseler bile bunu kendi çıkarları için örtükleştirip silikleştirmeye çalışacaklardır. Sınıflar mücadelesi burada da sürmektedir ve tıpkı bir dönemin arkeolojisi gibi bu dönemin tarihçiliği de gerçek anlamda belli bir miktarda zengin olabilmeyi gerektirir.


Proleter köklerden gelen bir tarihçinin sermaye devletinin ideolojisinin kanatları altındayken kendi tarihini yazma, kendi perspektifini özgürce dile getirme, siyaset yapabilme, açıkça kendi sınıfını savunacağı koşulu özgürce, saygın bir biçimde yapabilmesine imkân yoktur. Çünkü özde burjuvazi ve proletaryanın ortak hiçbir gerçeği yoktur. Ezilen sınıflardan gelen tarihçiler egemen sınıfların ideolojisinin tedrisatından geçerler ve çoğunluğu bir memurhaneye dönmüş, siyasal kadrolaşmanın had safhada olduğu kurumlarda eğitim ve araştırma görevlisi olarak bulunurlar. İçlerinden ancak çok küçük bir kesimi dar bir alana hitap edebilecek durumdadır. Çünkü en baştan itibaren entelektüellik seviyesi, öğrendiği dillerin çeşitliliği, seviyesi bu işe parasıyla başlamışlarınkine göre sınırlıdır. Bu kadar sınırlı bir meslek alanında bir de tarihçinin oturup mesleğinden ihraç edilmek pahasına bir çok konuda ezilen sınıf ve halkların perspektifinden tarih yazıcılığı yapması on binde birdir. İşte bu sebeple de tarihçiler arasındaki hegemonya yine sermayedan ve onun devletinden, ideoloji mekanizmasından bu yüzden kopuk bir biçimde değerlendirilemez.

İşte tam da bu yüzdendir ki bütün bu mesleki yoğunluk, gelecek kaygısı, örgütsüz, sendikasız kalma hâli, kurumlardaki hegemonya düşünüldüğünde ezilenin kendi tarihini yazmasının önü kapatılmıştır. Bu yüzden ezilenlerin tarih yazımı ezilenlerin mücadelesiyle paralel ve duru bir şekilde sınıf mücadelesinin tam ortasında serpilmek, korunmak zorundadır. Çünkü tarih, her şeyin bilimidir. Her şeyi kapsayabilen, her şey hakkında fikir verebilen bu bilim emekçi sınıfın zihnini de doğru şekillendirdiği müddetçe mücadelenin meşruluk zemini sağlamlaşacaktır.


Bugün bir çok komünist, sol parti Halkın Tarihi ve Egemen Sınıfların Tarihi arasındaki ayrımı yapamamakta, egemen sınıfların tarihini son derece hatalı, karşı devrimci bir biçimde halkın tarihi diye takdim etmekte ya da ikisini sentezleyerek yanlış bilincin komünist saflarda gelişmesine önayak olmaktadırlar. İkisi arasındaki net, titizce ayrım yapılabilse kitlelerin zihinlerinde devrimin safları zaten oluşacaktır ancak ne yazık ki revizyonist anlayış ikisi arasındaki cüretkâr ayrımı yapamamakta, kitlelerin yanlış bilinç içinde egemen sınıfların etkisine açık bırakmakta, mücadelenin bu yönünü görememektedirler. Gerçi onların da meşrulukları revizyonistliklerine bağlıdır. Bir noktada onca tartışmaya ve yazılmış gerçeğe rağmen gerici olan egemen sınıf tarihçiliğine bağlılıkları ve ona karşı cüretsizlikleri bununla ilgilidir. Ne yazık ki bugünün yerel komünist yapılanmalarının bir çoğu nereden geldik, nereye gidiyoruz, biz kimiz sorusunu emekçi halka sorduramamakta onları şoven-dinci hegemonyaya kibarca teslim etmektedir.

Karl Marx ve Engels, 1847'de "sınıf mücadelesi tarihin devindirici gücüdür" diyorlar. Ancak bizde sınıfların mücadelesi hakkında tarih söz konusu olduğunda cüretkar çıkışlar çok güdük ve belli geleneklerle sınırlı kalıyor. Ya tarihi barbar denen atalarımızın "ilerici" biçimde şekillendirdiği söyleniyor ve sınıf mücadelesi ulusların mücadelesine bu yolla idealistçe eklemleniyor ya da yakın tarihte burjuvazinin kendi çıkarları adına yaptığı bir çok atılımda kerametler bulunuyor ve bu atılımlar yapılırken ezilenlerin tarihi önemsenmiyor. İki farklı anlayış iki farklı biçimde üretici sınıfları görmezden gelme, onların mücadelesinin köküne uzanan tarihçiliği, mantığı perdeliyor.

Gelecek, geçmişten bağımsız şekillenmiyor ama geçmişin nasıl şekillendiğini duru bir şekilde sınıflarla incelemek, mevcut tarih yazımına ezilenin reddiyesini sunmak geleceği değiştirebilme imkanını ezilene veriyor. Tarih nedir, nasıl bir bilimdir, hangi sınıfın tarihi bize tarih diye sunulmaktadır bütün bunların elekten geçirilmesi, yeniden ele alınması bugünün en acil görevlerinden biri de oluyor aynı zamanda. 

Yazımızı devam etmek üzere burada sonlandıralım...

                                                                                                                           -Emre Kabartaş
                                                                                                                              29.05.2020

Yorumlar