Ülkemizde geçim derdi almış başını gidiyor. Ülkemizde 2021 verilerine göre[1] 10 milyon kişi asgari ücretle çalışıyor. Asgari ücret, her ne kadar 2022'ye girişle birlikte artmış gibi görünse de bunun böyle olmadığı elektrik faturalarına yansıyan zamlarla, gıdaya ve temel ihtiyaçlara gelen yeni zamlarla kendisini göstermiş oldu. Türkiye’deki milyonlarca işçinin, köylünün, gencin hayatı her geçen gün daha da daralıyor. Hayattan zevk alacak hiçbir şey kalmadığı gibi yoksullaşmanın getirdiği hayat darlığının yarattığı depresyon, aile sorunları, toplumsal çürüme hayatın her alanında etkilerini gösteriyor. İnsanlarımız hakketmedikleri bir sonuca doğru gidiyor. AKP iktidarının üç dört yıllık kârına “babalar gibi sattığı” tüm kurumlar adeta zenginlerin halkı soymak için kullandıkları, para basım merkezlerine dönüşüyor. İnsanlarımız eğer TEDAŞ var olsaydı ödeyecekleri 25 liralık faturalara 100 lira ödüyor. Devletin aldığı vergiler, özel şirketlerin kâr hırsı, insanları rekabetin dahi olmadığı bir tekelleşme ağında soyup soğana çeviriyor. Artık bir emeklinin, asgari ücretle çalışan işçinin, öğrencilerin buna dayanacak gücü kalmadı. Ama bunun yanında dolar kurunun artışıyla birlikte toprağını ekip biçen köylülerin de kara kara düşündüğü göze çarpıyor. Gelecek senenin kiralarını, faturalarını, kabarık gübre ve tarım ilacı fiyatları düşünen üreticiler de darda. Serbest pazarın yıkıp geçtiği Türk köylüsü, hayvancısı geleceğe dair umutlarını kaybetmek, malını, mülkünü toprağını piyasanın sahiplerinin özerkliğine ya da tam tehakkümmüne terk etmek üzere. Artık en verimli topraklarımızda layıkıyla üretim yapılamıyor, insanlar kafaları rahat bir biçimde üreticiliğin getireceği bir zenginleşme olabileceğini düşünemiyor. Kır gençliği yoğun bir lümpenleşmenin etkisi altında. Ama şehirlerdeki gençlik de bundan farklı değil, uyuşturucu, fuhuş, hırsızlık artık her yerde. En gencinden yaşlısına kadar tüm toplumun üzerine kaynağı kapitalizm olan bir karabasan çökmüş.
Bugün adamakıllı geçinebilmek için en az 6000–7000 lira kazanmak gerekiyor. Asgari ücretlinin aile geçindirebilmesine imkan yok. Ev kiraları tavan yapmış, en kötü ve eski evlerin fiyatı aylık 2500 liradan başlıyor. Bu tarz bir darlığın içindeki ailelerde depresyon, kavga ve türlü psikolojik bozulma bitmez. Kapitalizmin etkileri tüm yaşamı en olumsuz şekilde sarıyor. Ne din bunu uyuşturabilir ne de başka türden bir popülizm. Yoksulluk dinmiyor. Gençlik ister çalışıyor olsun ister çalışmıyor en temel ulaşım meselesinde bile sıkıntı yaşıyor. Yeri geliyor bir simitin bile hesabını yapıyor. İşsizlik her yerde kol geziyor ama işçi olmak da yoksulluğa derman olmuyor. Sendikalı kamu çalışanları genel olarak grevde. Köylüler kara kara düşünüyor. Gelecek seneki mazot, gübre fiyatlarını. Kiraladıkları arazilerin kirasını yeniden kazanabilmeyi umut ediyorlar. İşçiler, yoksul köylüler, artık emekli olmuş çalışamaz haldeki yaşlılar, kamu emekçileri, esnaflar büyük sıkıntılarla boğuşuyorlar. Toplumdaki tüm işçilerin, tüm köylülerin, tüm emekçilerin üstüne adeta bir karabasan çökmüş. Böyle bir toplum içinde sınıf çizgisi eğer hiç kimse buna meyletmemiş olsa bile kendiliğinden keskinleşir. Toplumun önündeki sorunların çözümü artık çok açık şekilde kendisini gösteriyor. Üçüncü ittifak ya bunun üzerine kurulur ya da hiç kurulmaz. Ancak halkına adanmış bir devrimcilik varsa bu ittifak armudun sapı, üzümün çöpü demeden kendisini dayatır.
Gerçekler bir yana sahtelikler, aldatmacalar bir yana. Artık gerçek kendisini en ağır şekilde gösteriyor ama bu sorunların çözümlerini de gösteriyor. Gerçeklerin devrimci bir muhtevayı yoktan var etmesi artık kaçınılmaz. Bu muhteva tüm halkın sorunlarını kapsayacak biçimde doğuyor. Bunca sorunun içinde işçi sınıfı sesini en gür şekilde çıkartıyor. Adeta tarihin sonunun geldiğini söyleyenleri utandırıyor. Solcular kabul edelim ki buna hazır değildi ama birleşmeye, üçüncü ittifakı yaratmaya hiç olmadıkları kadar hazırlar. Yeter ki hangi sınıfı savunduklarını unutmamış olsunlar.
İşçi sınıfı, dalga dalga geliyor. Burjuvazi ürküyor. İşçi sınıfının sesi olmak isteyen tüm devrimci-demokratik kesimler armudun çöpü, üzümün sapı demeden birleşmek, devrimci Marksist-Leninist ilkeleri kuşanmak zorunda. Gençlik, ikinci 68 hareketinin dinamizmine hiç olmadığı kadar açık. Tüm gerici, oyalayıcı, sahte ideolojieri bir kenara atıp artık işçilerden, köylülerden, halkçılıktan, devrimcilikten öğrenme dönemi başlıyor. Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor. Çelik aldığı suyu unutmamış. İşçilerin söylediği o şarkı gibi “motorları maviliklere sürmek” için, güzel günlerin gelebilmesi için bugün kaderimizi elimize almamız belirleyici olacak. İşçi sınıfının, yoksulların sesi olmaktan, halk demokrasisini üçüncü devrimci ittifakla sağlama seçeneği kendini dayatıyor. Üçüncü ittifak o veya şu burjuvazinin sesi olmadıkça, işçilerin, sendikaların, devrimcilerin, Emekçi Türkiye’nin gürleyen sesi olduğu sürece her türden ilerilik hayatımızı kapsar, bizi bireysel ve toplumsal olarak güçlendirir. Bu ittifak yaşam pınarımız olacaktır. Onu inşa edelim.
ÜÇÜNCÜ İTTİFAK SINIF UZLAŞMASINA DEĞİL, SINIF MÜCADELESİNE DAYANIR
Bu üçüncü ittifakın Millet ve Cumhur İttifakından ayrılan en önemli özelliğidir. Özellikle Cumhur ittifakının karşısında her zaman işçileri, köylüleri, gençleri “ilk seçimde gidecekler” safsatası ile oyalayan, her türlü demokratik hak arayışını provokasyon olarak değerlendiren, iktidardaki unsurlara daha laf söylemeden paratoner olan millet ittifakı yatıştırıcılığı, susturuculuğu ile dayandığı TUSİAD’ın istediği, kâr etmeye devam ettiği bir ülkenin politikasını savunuyor. Cumhur İttifakının açık şekilde faşist-gerici bir ittifak olduğunu söylemek bir yana bu gericiliğin panzehri olduğu söylenen Millet İttifakının da bu yatıştırıcılığı, suskunluğu, kendi işlerine bakıp halkın sorunlarının önüne sürekli sandıkla çıkmasıyla Cumhur ittifakının bir paratoneri olduğu açıktır. Bugün grevlerdeki işçilerin, sağlık emekçilerinin, yoksul halkın, ilerici gençliğin bu ittifakla gerçekte hiçbir bağı olmadığı gibi bu ittifakın da sürüp giden grevlere görmezden gelerek bakması aslında onun sınıfsal niteliğini, uzlaşmacılığını dahası da bizzat sermayenin sesi olduğunu gösterir.
Türkiye açıkça MUSİAD(Cumhur) ile Tusiad(Millet) sermayelerinin arasında bölüşülmüş, neoliberalizm ancak bu sermaye gruplarının dünya tehayyüllerine göre renk ve şekil değiştirerek hayatımıza nüfuz etmiştir. Birbirinden farklı renklere boyanan ama temelde aynı sınıftan olmaları ve aynı düzenden kazanç sağlıyor olmaları nedeniyle toplumu aynı girdabın içinde boğmaları, temel kavramları çarpıtanlara kol kanat germeleri, kendilerine uşak etmeleri bakımından aynı niteliktedirler. Henüz iktidar olamayan ve belki de olmak istemeyen; dışa yayılmacı burjuva eğilimlere laik-seküler kitlelerden gelen insanların mantıklı ve eşitlikçi yönleri ile sürdüremeyecek olan, cihatçılara bağımlı olan TUSİAD’ın CHP’ye verdiği talimat budur. Bu bir varsayım olsa bile kuvvetli bir varsayımdır. Devlet aygıtının önemli bir parçası, ortağı olan bu sermaye grubunun böyle bir taşın altına ellerini koymaları her şeyi berbat edebilir. Özellikle Suriye, Libya, Doğu Akdeniz gibi bölgelerde Millet İttifakı ABD ve AB çıkarlarına aykırı hareket edemez. Bu sebeple Türk sermayedarlarının müşterek yayılım ve yeni pazarlar oluşturma, kendi gelirlerini başka topraklar üzerinde genişletebilme imkanları solar. Bu durum haklı veya haksız temelden olsun, yani ulusun örneğin Doğu Akdeniz’deki haklılık zemininden yola çıksın veya çıkmasın böyledir. Millet İttifakı, doğrudan NATO’yu, ABD’yi karşısına alamaz. Bu ancak Rusya ve Çin ile başka ilişkiler kurmuş olan Cumhur İttifakının yapacağı bir iştir. Ama aynı zamanda bu ittifakın İslami kesimlerle özellikle de Kuzey Suriye’deki feodal yapılarla, ortaçağ örgütleri ile kurduğu ilişkiyi CHP kuramaz. Örneğin Seküler Milliyetçiler hareketi olarak ortaya çıkan ve İYİP içinde örgütlü olan milliyetçilik türü Suriye, Irak ve İran Türkmenleri haricinde genişi kapsayan bir politika üretemez, sermayenin jeopolitik çıkarlarına Millet İttifakının en radikal denebilecek kanatları dahi karşılık verebilecek durumda değildir. Politik anlamda dış siyasette güdükleşen bu ittifak kendi hudutlarını bilmekte, buna göre hareket etmektedir. İktidarı bu haliyle alamayacağını, alsa bile idare edemeyeceğini bilmektedir. ABD ve AB’nin iç ve dıştaki yönetim anlayışlarına, kontrolüne girmeye hazırdır ama bu aynı zamanda Türk Sermaye sınıfının çıkarları ile uyumsuzdur. Cumhur İttifakının doğu ve batı ile kurduğu denge siyasetini Millet İttifakı kuramaz ve kuramadığı gibi yoksulluğa, yokluğa sadece sandık çözümünü buzdolabında bekleterek Türk emekçilerine, işçilerine, köylülerine de yokluğu, yoksulluğu kabullendirmektedir.
Sonuç şudur: Millet İttifakı Türkiye’nin içteki ekonomik meselelerini çözemeyeceği gibi işin sınıfsal yönünü görmeye, söylemeye kör bir ittifaktır. Sosyalistlerin böyle bir ittifakta zaten görünür bir yeri yoktur. Olmadığı gibi adına “saray rejimi” denen sınıfsız, tanımsız bir rejim de yoktur. Aksine Sarayın temsiliyetindeki Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı yer yer sermaye anlamında birbirleri ile uzlaşmakta, birbirlerine özellikle de konu işçilerse sahip çıkmaktadırlar. Herhangi bir işçi direnişi, grevi söz konusu olduğunda TUSİAD ve MUSİAD partileri durum kendi temsiliyetlerindeki sermaye grupları olunca benzer tepkileri vermekte, işçileri insan yerine koymamakta, zor ve hukuk aygıtlarının en katmerlisini kullanmakta geç kalmamaktadır.
İşte Üçüncü İttifak bu gerçekler üzerinden biçimlenir, şekillenir ve bir halk hareketi olarak doğar. Üçüncü İttifak sınıf uzlaşmacılığına değil, sınıf mücadelesine dayanır. Bu böyle olmalıdır ve ancak böyle olduğunda üçüncü ittifak gerçek bir ikilik yaratmış olur. Burjuvazi ve proletarya ancak böyle olduğunda gerçek anlamda karşı karşıya gelebilir ve halk demokrasisi ancak böyle bir ortamda kendisi bir talep olarak yaşanır ve gelişir. Emekçi Halk adına kendini kuşanan partilerin birliği, Marksist Leninist ilkelerde uzlaşısı, disiplinli bir ittifak haline bürünmeleri, zaman içinde tek bir irade haline gelmeleri, halkın içinde, işçilerle, gençlerle, köylülerle bütünleşmeleri Türkiye’nin devrimci birikimiyle, dinamiğiyle bir bütün olmaları bugün en gerçek ve acil görevlerden bir tanesi olarak öne çıkıyor.
Üçüncü İttifak, halk demokrasisine, ulusal bağımsızlığa, sosyalist planlı ekonomiye dayanan, mafyaya, uyuşturucuya, kültürel yozlaşmaya, gericiliğe ve faşizme karşı işçi-köylü-emekçi halk kitlelerinin tümünü kapsayan, tümünün derdine derman olan, reformizmi kullanması gerektiği yerde kullanan ama devrimciliği ve devrimci amaçları hiç yadsımadan yolunda ilerleyen, Türkiye’nin sosyalizme ulaşması için bunun önündeki tüm engellerle mücadele eden, taktik ve stratejisini Leninizmden öğrenen bir programla öne çıkması gereken bir ittifak olmalıdır. Türkiye’nin konumunu, Türkiye’nin emekçilerinin konumunu doğru anlayan, partileşme sürecini disiplinle bir çok partinin katkısı ve bileşimiyle tamamlayan, tekleşme iradesi gösteren, proletaryanın gür sesi olmaya ihtiyaç duyan bir ittifak olacaktır. Liberalizmin türlerine karşı duyarlı, Marx, Engels, Lenin, Stalin ve Mao’dan öğrendiği kadar halktan da öğrenen, güncel durumda teorisini işçi sınıfına ve onun etrafını saran çelişkilere göre ayarlayacak, hiç sapmadan devrim, sosyalizm, demokrasi yürüyüşüne devam edecek bir ittifak olacaktır. Aksi halde üçüncü ittifak varlık nedenini kaybeder ve aslında tek bir ittifak olan burjuvazinin karşısına bir o yana bir bu yana savrulur.
Millet ve Cumhur İttifakı aslında tek bir sınıfın ittifakıdır. Sosyalistler bunu asla unutmaz ve unutturmak isteyen oportünist, revizyonist, küçük burjuva kaynaklı fikir ve kliklerle ideolojik mücadelesini sürdürür. Üçüncü İttifak kurulduğu andan itibaren gözünü 2023 seçimlerine diken, her şeyini 2023 seçimlerine göre ayarlayan değil, uzun süreli proleter devrimci politika ve onun kanatlarına göre ayarlayan, işçi sınıfının birliğini, köylülüğün sorunlarını, gençliğin sorunlarını çözmeye odaklı veya bunları iktidar hedefinde yürürken çözüme kavuşturarak kitleleri kendi bünyesine katan bir ittifak olmalıdır. 2023 seçimleri kuşkusuz önemlidir ama bu seçimler bir gün sonra işe yeniden gidecek olan işçileri, yarın yeniden mazot ve gübre fiyatlarını düşünen köylüleri, sürekli sömürülen sınıfları o kadar da ilgilendirmeyen bir seçimdir. Burjuva iktidarın yerine proleter iktidar kurmayı hedefleyecek bir iktidar için 2–3 yıllık planlar değil, uzun vadeli planlar ve özveri her şeyden önde gelir. Bu ittifak hiçbir şeyin olmadığı zamanlarda dahi tüm zamanını halka adayacak olan bir ittifak olmalı, burjuva seçim siyasetine katılmalı ama bundan değil; inşa ettiği halk kültüründen, yarattığı örgütlenmelerden, güçlendirdiği sendikalardan ve ulusal politikadaki meselelerden, tam bağımsızlık hedefinden ve bunun için yapılanlardan medet ummalıdır.
Üçüncü İttifakın oluşması için neredeyse tüm şartlar hazırdır. İşçi sınıfı, köylüler, gençler buna hazırdır. Özellikle de grevlerde büyüyen işçi sınıf bilinci, direnişlerin kendiliğinden birleştirilmesi talebi bugün işçiler arasında yaygın bir istektir. Bunun böyle kalmaması bir de buna politik bir yön verilmesi adına üçüncü ittifakın gerekliliği kendisini ortaya koymuştur. Üçüncü İttifak bir halk ittifakıdır. Adının da halk ittifakı olması ittifakın dayandığı sınıfların karakteristiğine uygundur. Burjuvaziye karşı işçi-köylü kesimlerin ittifakı önderlerini, partilerini, sendikalarını beklemektedir. Birkaç adım atılırsa bu tarihte bir çentik atmak, Türkiye’nin kaderini işçi sınıfının kaderiyle bütünleştirmek adına son derece devrimci bir eylem olacaktır. Dağılmakta, ideolojik buhranlara girmekte olan, liberalizm, oportünizm, revizyonizm gibi sapmaların içinde bulunan hareketler adına yaşam pınarına dönüşecek, onların eksiklerini yolda öğreten bir rehbercesine bu ittifakın dinamiği biçimlendirecek, devrimci çizgiye çekecek, doğru ve yanlış tartışılabilir, hayatın içinde herkesi kapsayan bir bütünlük olarak karşımıza çıkabilecektir.
Halk İttifakını yaratalım, onu gerçekten demokratik, sosyalist, bağımsız bir vatan yaratma amacımızla zenginleştirelim. Sömürücü ile sömürülenleri belli edecek politik mevzileri kuralım. Türkiye’nin devrimci, ilerici birikimini halkın hizmetine sunalım. Bundan başka kurtuluş, çözüm ve gerçek bir değişim mümkün değil. Ama halkımız mutlaka bu ittifakı kimse onu kurmasa bile kurmanın gerekliliğini de mutlaka görecektir. Bunun için çalışmak, bunun için yaşamak asla boşuna değil, bizi onursuz bir yoksulluktan, çürümeden, umutsuzluktan kurtaracak olan yegane dinamik bugün adından bahsettiğimiz kendi politik sınıf mevzimizdir. Onu mutlaka yaratacağız.
-Emre Kabartaş
9.02.2022
Yorumlar
Yorum Gönder